Hasan Sabbah yalçın bir dağın tepesindeki bir adam.
Kartal yuvası bir kalede oturuyor.
Alamut kalesinde.
Krallıkları deviren, adalet dağıtan
ve dehşet saçan bir adam.
Krallıkları deviren, adalet dağıtan
ve dehşet saçan bir adam.
O zamanın Selçuklu Sultanı Selahaddin,
bu Hasan Sabbah’ın peşine kelle avcılarını göndermiş.
Hasan Sabbah’ın kellesini istemiş.
Gel zaman git zaman
Hasan Sabbah’ın elçisi saraya gitmiş saraya.
Hasan Sabbah’ın elçisi saraya gitmiş saraya.
Elçi gelmiş demiş ki Sultan'a bir lafımız olacak.
Sultan buyur söyle demiş.
Elçi etrafa bakmış şöyle,
demiş ki bu kalabalık olmaz.
demiş ki bu kalabalık olmaz.
Sultan kalabalığı göndermiş.
Elçi demiş ki bu korumalar da gitsin,
lafım sana.
Sultan iyice merak etmiş
ve korumaları da göndermiş.
Elçi, Sultan’ın yanındaki iki kölemen korumaya bakmış
ve demiş ki onları da gönder.
Sultan demiş ki
onları göndermem onlar benim oğullarım
ve ben en çok onlara güvenirim.
Biz üçümüz bir kişiyiz.
Hadi söyle yahut da git.
ve demiş ki onları da gönder.
Sultan demiş ki
onları göndermem onlar benim oğullarım
ve ben en çok onlara güvenirim.
Biz üçümüz bir kişiyiz.
Hadi söyle yahut da git.
O zaman elçi
o iki kölemen korumaya dönmüş
ve demiş ki size kılıçlarınızı çekin
ve hükümdara kıyın desem ne yaparsınız?
İki adam tereddüt bile etmemiş ve emrin olur demiş.
Bunun üzerine elçi arkasına bile bakmadan çekip gitmiş.
Ertesi gün Sultan Selahaddin,
Hasan Sabbah’ın peşine gönderdiği kelle avcılarını geri çağırmış.
Hasan Sabbah’ın peşine gönderdiği kelle avcılarını geri çağırmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder